Boşanma Davası ve Sonuçları

Evlilik gibi boşanma davası olgusu da günümüzde son derece sık karşılaşılan bir hukuki durumu ifade eder. Evlilik kurumunu ayrıntısıyla işleyen Türk Medeni Kanunumuz Boşanma kurumunu da ayrıntısıyla düzenlemiş; buna bağlı olarak yıllar içinde içtihatlar oluşmuştur. Biz de İzmir Boşanma Avukatları olarak bu yazımızda boşanma kurumunu, şartlarını ve sonuçlarını ayrıntısıyla irdeleyeceğiz.

Türk Medeni Kanunumuzda Boşanma Sebepleri sınırlı şekilde sayılmıştır. Buna bağlı olarak yasalara uygun şekilde evlenmiş iki kişinin boşanabilmesi için aşağıdaki şartların en az bir tanesini taşıyor olması gerekecektir. Bu aşamada sadece çekişmeli, yani anlaşma olmadan boşanma davasının şartlarını inceleyeceğiz. Anlaşmalı boşanma davasının şartları ayrı bir inceleme konusu olacaktır.

Boşanma Sebepleri

1-) Zina

Zina, yasal uyarınca evli iki kişiden birinin evlilik süresi içinde başka bir kişi ile cinsel ilişkiye girmesine denmektedir. Burada hemen akla mutlaka cinsel ilişkiye girip girmeme şartının aranıp aranmayacağı sorusu gelebilir. Buna yanıtımız evet; mutlaka cinsel ilişkiye girilmelidir. Çünkü cinsel ilişkiye girilmeden yapılan hareketler, örneğin; öpme, koklama, sarılma, vakit geçirme zinayı oluşturmaz. Kanun açık bir şekilde hangi eylemlerin zina sayılacağını, hangilerinin zina olarak adlandırılmayacağını saymamıştır. Bunun yerine zinaya bağlanan sonuçları irdelemiştir.

TMK md. 161: “Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur. “

Açıkça görülmektedir ki zinanın ne olduğu belirli değildir. Bu filler yıllar içinde gelişen içtihatlarca tamamlanmıştır. Eğer zina olarak sayılmayan, fakat yukarıda bahsettiğimiz gibi elleme, koklama, dokunma gibi filler içeren davranışlar varsa zinaya dayalı olarak değil; haysiyetsiz hayat sürmeye dayalı olarak boşanma davasının açılması gerekecektir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu kararına göre: “...Eşlerin zina nedeniyle üçüncü kişilerden tazminat talep etme hakkı olmadığına hükmetti. Karara göre, aldatma olgusu haksız fiil olarak değerlendirilemez, sadakat yükümlülüğü eşler arasında geçerlidir, üçüncü kişilerin zincirleme bir biçimde sorumlu olacağında dair Medeni Kanun’da özel hüküm de olmadığından, zina nedeniyle üçüncü kişiden maddi veya manevi tazminat talep edilemez.”

Zina (aldatma) nedeniyle boşanma halinde mahkeme, kusurlu eşin katılma alacağının, yani artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya bu hakkın ortadan kaldırılmasına karar verebilir (MK m.236/2). Yani, bu eşler açısından bazı durumlarda (katılma alacağının olduğu durumlarda) mal paylaşımının yarı yarıya yapılması şart değildir. Medeni Kanun’un bu hükümlerinin uygulanabilmesi için boşanma kararının mutlaka zina nedenine dayanması gerekir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Karar : 2015/20095: “Mahkemece davalı-davacı kadının zina (aldatma) fiilinin ispatlanamadığı gerekçesiyle davacı-davalı erkeğin zina (TMK.md.161) hukuksal sebebine dayalı boşanma davasının reddine karar verilmiş ise de; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; davalı-davacı kadının, 05.12.2010 günü ortak konuta bir erkeği aldığı, aynı gece saat 22.00’de evde bu kişiyle birlikte yakalandığı, bu şahsın tuvalette gizlenmiş halde bulunduğu, bu olay öncesinde de bu şahısla muhtelif tarihlerde çok sayıda görüşmesinin olduğu, bu kişinin 05.12.2010 tarihli kolluk ifadesinde, davalı-davacı kadın ile evlenmeyi düşündüğünü, daha öncede evine bir kez gittiğini, seviştiklerini ancak cinsel ilişkiye girmediklerini beyan ettiği anlaşılmaktadır. Kadının, yalnızken geceleyin bir başka erkeği ortak konuta alması, zinanın varlığına delalet eder. Bu bakımdan zina kanıtlanmıştır. Tarafların zina – aldatma- (TMK m. 161) sebebiyle boşanmalarına karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davacı-davalı erkeğin zina (TMK. md. 161) hukuksal sebebine dayalı boşanma davasının reddine karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar:2017/6785: “Mahkemece boşanma kararı verildiğini bilen davalının, sosyal-kültürel durumu da gözetilerek kararın kesinleşmesini beklemesi gerektiği bilincinde olmaksızın KENDİSİNE YENİ BİR HAYAT KURMAYA ÇALIŞMASININ sadakatsizlik olarak DEĞERLENDİRİLEMEYECEĞİ sonuç ve vicdani kanaati ile tarafların ve toplumun evlilik birliğinden beklediği herhangi bir menfaatin kalmadığı anlaşıldığından davanın kabulüne, tarafların boşanmalarına kararı verilmiş ise de; toplanan delillerden, davalı erkeğin feragat tarihinden sonra BAŞKA BİR KADINLA YAŞAMAYA BAŞLADIĞI VE SADAKATSİZ OLDUĞU anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya neden olan olaylarda davalı erkek tam kusurludur. Gerçekleşen kusurlu davranışlar aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı niteliğini taşımaktadır. Kadın yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174/1-2 maddesi gereği maddi ve manevi tazminat koşulları oluşmuştur.”

2-) Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış

Türk Medeni Kanunumuzun 162. maddesinde düzenlenen boşanma sebeplerinden “Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış” sebebine göre:“ Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.” denilmektedir. Hayata kast fiili açıkça ispatlandığı takdirde boşanma kararı verilecektir. Bu eylemin sonuca ulaşması halinde ortada evli iki kalmayacağı için boşanma davasına gerek kalmayacağı mutlak olmakla birlikte eylemin teşebbüs aşamasında kalması gereklidir.

Burada esasen Türk Ceza Kanunu anlamındaki kasten ya da ihmalen sergilenen fiillerin değerlendirilmesi gerekecektir. Öncelikle bir eşin diğerinin canına kast etmesi bu boşanma sebebinin asli unsurlarındandır. Eylemin kast içermemesi, taksirle işlenmesi halinde bu boşanma sebebi irdelenmeyecektir. Yine hayata kast eden eşin kusurlu olması gereklidir. Eşlerden birinin diğerinin canına alenen kast etmesi, diğer eşin ölümünü izlemesi, herhangi bir önleyici çaba içine girmemesi, intihara teşvik etmesi, intihar etmeye yönlendirmesi gibi durumlarda hayata kastın var olduğu kabul edilecektir.

Pek kötü veya onur kırıcı davranış, eşlerden birinin diğerine yönelik uyguladığı, insan onuruna ve haysiyetine yakışmayacak davranışlar bütünü olarak değerlendirilecektir. Burada aranan unsur, mutlaka bir eşin diğer eşin vücut bütünlüğünü tehdit eden davranışlar sergilemesi değildir. Zira saldırı olgusu, fiziken olabileceği gibi manen de olabilir. Bir eşin diğerinin psikolojisini bozacak, onu rahatsız ya da tedirgin hissettirecek davranışlar sergilemesi, pek kötü veya onur kırıcı davranış olarak değerlendirilebilecektir. Buna örnek olarak ; eşlerden birinin diğerine tüfek doğrultması, eşe karşı şiddet uygulama, zorla kürtaj yaptırma, hakaret etme gibi fiiller gösterilebilir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2420 E. 2019/750 K. sayılı 20.06.2019 tarihli kararı:“...Tarafların fiilen ayrı yaşamaya başladığı dönemde davacı-karşı davalı erkeğin ortak çocuk Yağmur'u görmek için müşterek haneye gittiği, kapının girişinde tarafların tartışmaya başladıkları, karşılıklı itiş kakış yaşandığı, erkeğin içeri girip eşini yatak odasına götürerek koluna vurduğu, saçını çektiği ve tanık ifadesine göre erkek eşin elinde bir yumak saç kaldığı, bu olay nedeniyle Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/1276 E., 2013/198 K. sayılı dosyasında tarafların yargılanarak ceza aldığı, bu olaydan iki gün sonra da davalı-karşı davacı kadının boşanma davası açtığı, diğer yandan erkeğin eşini etrafta "ahlâksız, içkici" gibi sözlerle kötülediği tüm dosya kapsamı ile sabittir. Davalı-karşı davacı kadının ceza dosyasına konu fiziksel şiddet eylemi nedeniyle eşini affettiğine dair herhangi bir delil de bulunmamaktadır. O hâlde, davacı-karşı davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uygulaması ve sarf ettiği hakaret sözcükleri dikkate alındığında bu eylemlerin onur kırıcı davranış sayılacağı, dolayısıyla TMK'nın 162. maddesinde belirtilen koşulların oluştuğu ve kadın eşin karşı davasının kabulü gerektiği belirgindir. Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. “

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/4327 E. 2020/5005 K. sayılı 22.10.2020 tarihli kararı:”...Tüm dosya kapsamından davalı erkeğin kadına fiziksel şiddet uyguladığı, kafasını duvarlara vurduğu anlaşılmaktadır. O halde boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkek tamamen kusurludur. Evlilik birliğinin devamı eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Dosyaya yansıyan olaylar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabit olup, TMK'nın 166/1 ve 162. (pek kötü muamele) maddesinde yer alan boşanma koşullarının oluştuğu dikkate alınarak davacı kadının davasının kabulü gerekirken reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. ”

3-) Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme

Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir (TMK mad. 163)

Kanun maddesinde görüldüğü üzere bu boşanma sebebine dayalı olarak boşanma davası açılabilmesi için iki unsurun birbirinden bağımsız olarak var olması yeterlidir. Buna göre ilk ayrımda eşlerden birinin küçük nitelikte suç işlemesi halinde diğer eş boşanma davası açabilecektir. Burada akla her türlü suçun bu boşanma nedenine dayalı kategoride değerlendirilip değerlendirilemeyeceği gelecektir. Cevap ise her türlü suçun bu anlamda boşanma sebebi sayılmayacağı, daha ziyade evlilik birliğini eskisi gibi devam ettirmeye olanak tanımayan yüz kızartıcı suçların boşanma sebebi sayılacağıdır.

Örneğin eşlerden birinin üçüncü bi r kişiyi tehdit etmekten dolayı ceza alması bu boşanma sebebini doğurmaz. Lakin eşlerden birinin üçüncü bir kişiye yönelik cinsel taciz ya da cinsel saldırı fiillerini işlemesi halinde diğer eş, suç işleme boşanma sebebine dayalı olarak boşanmayı talep edebilecektir. Yine burada aranan suç unsuru evlendikten sonra işlenmelidir. Evlilik öncesi işlenen filler sebebiyle boşanma kararı verilemeyecektir.

Haysiyetsiz hayat sürme nedeniyle boşanma davası açabilmek ise her olayda ya da toplumda farklılık gösteren nedenlerden biridir. Buradaki boşluk Yargıtay içtihatları ve tarafların buna ilişkin filleri toplumsal normlar içinde normal karşılayıp karşılamamasına göre değişkenlik gösterecektir. Eşlerden birinin üçüncü bir kişi ile yaşaması, fuhuş yapması ya da yaptırması, uyuşturucu ya da alkol bağımlılığı gibi nedenler, haysiyetsiz hayat sürme konusunda öncelikli başlıklardandır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2016/20524 Esas, 2018/8173 Kararı: “... Davacı, suç işleme ve haysiyetsiz yaşam sürme nedeniyle boşanma davası açmıştır. Mahkeme tarafından davacının davasının kabulüne karar verilmiştir. Yargıtay; açılan davada, yargılama ve delillerin toplanması aşamasında davalının işlemiş olduğu suçun evlendikten sonra değil, evlilik öncesi işlendiğini tespit ettiğinden bozma kararı vermiştir. Söz konusu olan özel boşanma sebebini açmak için şartlardan birisi suçun evlilik tarihinden sonraki bir tarihte işlenmesi ve işlenen suç nedeniyle evlilik birliğinin çekilmez hale gelmesi gerekmektedir. “

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2014/20560 Esas, 2015/4947 Kararı: “... Taraflar arasında görülen boşanma davası, davacı tarafından küçük düşürücü suç işleme nedenine dayanarak açılmıştır. Davalı, on iki yaşındaki kız çocuğuna cinsel tacizde bulunmuş ve suçu sabit görülerek ceza almıştır. Davacının davalının bu suçu işlemesi nedeniyle açmış olduğu dava, mahkeme tarafından reddedilmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi ise davalının işlemiş olduğu suçun bir kere işlenmiş olmasının tek başına boşanma nedeni olmaması ve evliliğin diğer eş bakımından çekilmez hale geldiğinin ispatlanamamasıdır.”

4-) Terk

Terk , Türk Medeni Kanunumuzun 164. maddesinde düzenleme alanı bulmuş özel boşanma sebeplerinden biridir. Buna göre eşlerden birinin diğerini herhangi bir haklı sebep olmaksızın terk ettiği durumlarda bu boşanma sebebine dayalı olarak boşanma davası açılabilecektir. Buradaki haklı sebep olgusunun altı, zorunluluk hali ile kast ya da terk etme isteği içermeyen filleri kapsamaktadır. Zira zorunlu sebeplerle diğer eşten ayrı kalmış, ulaşamamış, birleşememiş eşlerin terk ettiği sonucuna ulaşılamayacaktır. Burada aranan özel kast, yani eşlerden birinin diğerini bilinçli olarak terk etme isteğini fiilen uygulaması halidir.

Nitekim TMK mad. 164’e göre : “Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.” denilmektedir.

Terk unsuru iki şekilde söz konusu olabilecektir.

İlki eşlerden birinin diğerini bilinçli olarak terk etmesidir. Buna göre eşlerden biri, diğeri ile birlikte yaşadığı ortak konutu terk ettiyse burada bilinçli bir davranıştan bahsedilecektir.

İkincisi ise eşlerden birinin diğerini ortak konuta almaması, terk etmeye zorlaması halidir. Burada eşlerden birinin ortak konuta diğerinin fiilleri sonucu ulaşamaması hali söz konusudur. Bu durumda ortak konuta almayan eş terk (yapıntı terk) etmiş sayılacaktır.

Kanunda izah edildiği üzere terk fiilinin en az 6 ay sürmüş olması gereklidir. 6 a sürmeyen fillerin terk olarak adlandırılması yine terk sebebine dayalı boşanma davası açılması mümkün olmayacaktır.

Terk eden eşe 2 ay içerisinde konuta dönmesi için ihtarda bulunulması gerekmektedir. artık sadece mahkemeler değil noterler kanalıyla da terk eden eşe eve dönmesi yönünde ihtar yapılabilecektir. Kanunda da açık bir şekilde terkin 4. Ayından itibaren terk eden eşe karşı ihtar gönderilebilir. Kanunda da açıkça 4 aydan itibaren dediği için örneğin terkten 1 yıl geçmesinden sonra da bu ihtar gönderilebilecektir. Bahsedilen 4. Aydan itibaren noter ya da mahkeme kanalıyla terk eden eşe eve dönmesi için 2 aylık süre verilir ve tebliğ tarihinden itibaren 2 aylık süre başlar. Bu süresinin bitimi itibariyle eşin eve dönmemesi sonucunda terk nedeniyle boşanma davası açılabilir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/3025 Esas ve 2020/6823 Kararına göre: “Terk sebebiyle boşanma davası açılabilmesi için, ayrılık en az dört ay sürmüş ve bu durumun devam ediyor olması gerekir. Bu sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz (TMK m.164). Toplanan delillerden, davacı-davalı kadının 26.05.2016 tarihinde müşterek haneden ayrıldığı, ihtarın ise 27.09.2016 tarihinde, kanunda öngörülen (TMK m.164/1) dört aylık süre dolduktan sonra istenildiği anlaşılmaktadır. Olayda bu şarta uyularak ihtar istenmiştir. Terk ihtarı davacı-davalı kadına 05.10.2016 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen kanunda öngörülen iki aylık süre dolmadan birleşen davanın 06.10.2016 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan davalı-davacı erkeğin terke dayalı boşanma davasını kanunda öngörülen iki aylık süre dolmadan açtığı için reddi gerekirken, ihtarın samimi olmaması nedeniyle reddi doğru olmamıştır. Davalı-davacı erkeğin terke dayalı boşanma davasının reddi sonucu itibariyle doğru olduğundan, hükmün, kocanın boşanma davasının reddine yönelik gerekçesi düzeltilmek suretiyle onanmasına karar vermek gerekmiştir (HMK m. 370/2).” denilmiştir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2019/8660 Esas ve 2020/1922 Kararına göre: “... İlk derece mahkemesi, kadının eşine, eşinin ailesine ve ortak çocuğa hakaret ettiğini ve sık sık tartışma çıkararak evi terk ettiğini; erkeğin de eşine fiziksel ve sözlü şiddet uygulayarak onu evden kovduğunu belirterek tarafların eşit kusurlu olduklarına hükmetmiştir. lk derece mahkemesi kararına karşı taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve bölge adliye mahkemesince; eşine, eşinin ailesine ve ortak çocuğa hakaret eden ve sık sık tartışma çıkararak evi terk eden kadın ile eşine fiziksel şiddet uygulayarak onu kovan erkeğin eşit kusurlu olduğundan bahisle; tarafların başvurularının esastan reddine karar verilmiştir. Tarafların bölge adliye mahkemesi tarafından kabul edilen ve gerçekleşen kusur durumlarına göre, davalı-karşı davacı erkek, davacı-karşı davalı kadına göre ağır kusurludur. Bu itibarla, bölge adliye mahkemesince tarafların eşit kusurlu olduğuna hükmedilmesi doğru bulunmamıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında, boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakları zarar gören, mevcut ve beklenen menfaatleri zedelenen az kusurlu davacı-karşı davalı kadın yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesi gereğince uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, bu taleplerinin reddi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir. ” denilmiştir.

5-) Akıl Hastalığı

Genel olarak Türk Hukukunda kişinin ayırt etme gücünden yoksun bulunma hallerine yekün olarak akıl hastalığı denilmektedir. Burada akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı arasındaki farklılık değerlendirilmeyecektir. Boşanma sebepleri açısından akıl hastalığı, evlilik birliğinin akıl hastalığı yüzünden çekilmez kılınması ve eşlerden birinin ortak yaşama tahammül edememesi hali söz konusudur.

Evlilik birliğinden önce mevcut bir akıl hastalığının olması ve evlilik sonrası buna dayalı olarak boşanma davası açılabilmesi mümkün değildir. Zira burada zaten hukuken sakat doğmuş bir evlilik söz konusu olacaktır. Hatta daha doğru terminoloji ile ortada hukuken var olan bir evlilik kurumu yoktur. Bu aşamada mutlak butlanla batıl bir evliliğin tespiti gerekecektir. Evlilik birliğinin kurulmasından sonra doğan akıl hastalıkları nedeniyle boşanma davası açılabilecektir.

Zira TMK mad. 165’e göre : “Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir. “ denilmektedir.

Burada akıl hastalığının türü, seviyesi gibi konular ilk akla gelecek sorulardandır. Kanun açıkça sağlık kurulu raporu ile tespit şartı aramıştır. Buna göre sonradan düzelme ihtimali olan, evlilik birliğinin devamına imkan veren hastalıklar, kanunun aradığı türden akıl hastalıklarından değildir. Örneğin; şizofreni, paranoya ve benzeri hastalıkların düzelmesinin zor ya da imkansız akıl hastalıklarından olduğu kabul edilmektedir.

Eşlerden birinin akıl hastası olması nedeniyle diğer eş için evlilik birliğinin çekilmez hale gelirse, hastalığın kalıcı olduğuna dair sağlık raporu alınması şartı ile boşanma davası açılabilir. Bu sebeple açılacak boşanma davaları için kanun koyucu herhangi bir süre tanımamıştır, her zaman dava açılabilir. Dava ama hakkı, akıl hastası olmayan diğer eşe vermiştir.

Yargıtay 2. H.D 2016/3039 E. 2016/6752 K. Sayılı kararına göre: “...Davalının akıl hastalığının diğer eş için çekilmez hale geldiğinin ayrıca kanıtlanması gerekir. Davacı vekilinin bu konuda tanık veya başka bir delil göstermemiş olması karşısında, çekilmezlik hali kanıtlanamamıştır. Davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kabulü usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.”

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2018/1044 Esas, 2018/12356 Kararına göre: “... Taraflar arasında görülen boşanma davasında, davalı-karşı davacı kadın, bipolar bozukluğu bulunmaktadır. Buna ilişkin sulh hukuk mahkemesinin ilgili dosyasında, sağlık kurulu raporunda hastanın bipolar bozukluğu olduğu, akli dengesinin yerinde olduğu ve vasi tayinine gerek olmadığı yönünde belirttiğinden vasi tayin talebi reddedilmiştir. Bunun yanında raporda, hastalığın ataklar halinde seyrettiği ve atak döneminde yalnızca vasi tayin edilmesi gerektiği belirtilmiştir.”

YARGITAY2. HUKUK DAİRESİ 2007/6730 E.N 2008/4453 K.N.: “...Eşlerden biri akıl hastası olup da, bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hale gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla, bu eş boşanma davası açabilir (TMK m. 165). Mahkemece bu konuda rapor alınmadığı gibi, mahkemenin kararında belirttiği ….. Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin 01.12.2006 tarihli yazısı, davalının hastanede tedavi gördüğü 13.09.2004-12.10.2004 dönemine ait verilere dayanmaktadır. Bu yazı hüküm kurmaya yeterli değildir. Mahkemece yapılacak iş, davalıda bulunan akıl hastalığının ortak hayatı diğer eş için çekilmez hale getirecek nitelikte olup olmadığı ve hastalığın geçmesine olanak bulunup bulunmadığını resmi sağlık kurulu raporuyla tespit etmek, delilleri hep birlikte değerlendirip sonucu uyarınca karar vermekten ibarettir. Bu yönler üzerinde durulmadan eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. “

6-) Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek derecede temelden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. (TMK mad.166) Burada dikkat edilecek husus, dava şartı olarak eşlerden birinin kusurlu olmasının gerekmemesidir. Zira evlilik birliği tarafların herhangi bir kusurları olmaksızın da çekilmez hale gelmiş olabilir. Eğer eşlerden birinin diğerinden daha kusurlu olması ya da eşlerden birinin kusurlu olması fakat diğerinin kusursuz olması hali söz konusu ise bu durum, boşanmaya değil, boşanma davasının sonuçlarına . Örneğin; tazminat ya da nafakaya etki edecektir. Burada kanıtlanması gereken husus, evlilik birliğinin taraflar açısından çekilmez hale gelmesidir.

Boşanmanın Sonuçları

Eşler Yönünden

1-) Evlilik birliği sona erer.

Boşanma davasının yukarıda bahsettiğimiz özel ya da genel boşanma sebeplerine dayalı olarak sonuçlanması ve kesinleşmesi ile birlikte taraflar arasında geçerli bir evlilik kalmamış olacaktır. Buna göre taraflar üçüncü kişilerle evlenebileceklerdir. Lakin kadının yeniden evlenebilmesi için üç yüz günlük bekleme süresini geçirmiş olması gereklidir.

2-) Mal rejimi tasfiye edilir.

TMK mad. 179’a göre : “Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır”. Denilmektedir. Mal rejiminin tasfiye usulü ayrı bir yazıda incelenecektir.

3-) Eşlerin birbirine karşı miras hukukundan doğan hakları sona erer.

Boşanma kararıyla birlikte, artık eşlerin birbirlerine karşı miras hukukundan doğan herhangi bir hakları kalmaz.

Çocuklar Yönünden

1-) Velayet

Müşterek çocuk hangi eşin yanında daha iyi yaşayacaksa, velayeti o eşe verilecektir. Genellikle küçük ve bakıma muhtaç çocuklarda eğer anne ve babanın sosyo-ekonomik durumu aşağı yukarı aynı ise velayetin anneye verilmesi söz konusudur. Fakat bu elbette bu bir kural değildir.

2-) Çocuklarla kişisel ilişki

Çocuklar bakımından ana babanın haklarını düzenleyen ve hakimin takdir yetkisini belirleyen TMK madde 182, boşanma ya da ayrılık kararı verirken ana ve babanın çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenlemiştir.

3-) Çocuğa iştirak nafakası bağlanması

Çocuğun velayeti kendisine verilmemiş olan eş tarafından diğer eşe, evlilik birliğinin sona ermesi durumunda verilmekte olan iştirak nafakasıyla amaç çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katılımın sağlanacaktır.

Açıldığı günden kesinleşip eşlerin boşanmasına karar verildiği güne kadar son derece karmaşık hukuksal süreçlere gebe boşanma davası takdir edildiği üzere sürekli ve var olan bir toplumun gerçeklerindendir. Zira boşanma davası bitse dahi boşanmaya bağlanan sonuçları ile evlilik sonrasında bile eşlerin birbirleri ile hukuki münasebetleri bitmemektedir. Bu bakımdan boşanma davası ve boşanma davasına bağlı konularda İzmir Boşanma Avukatı olarak müvekkillerimize ve müvekkil adaylarımıza profesyonel destek vermenin öneminin farkındayız. Müvekkillerimize de boşanma davasında ve diğer fer’i nitelikli davalarda uzman yardımı almalarını özellikle tavsiye ediyoruz.